Filmin Adı : Soul
Yönetmen : Pete DOCTER
Tür : Fantastik-Komedi-Animasyon
Yapım Yılı : 11 Ekim 2020 – Pixar
Fragmanını izler izlemez, “izlemem gerekiyoooo” diye düşündüren Pixar yapımı Soul filmi bu yazımızın konusu.
Soul Filminin Konusu
Film, Joe Gardner isimli bir ortaokul müzik hocasının öğrencileriyle dersinde başlıyor. Bu sayede anlıyoruz ki Gardner tam bir Jazz müzik aşığı. Her ne kadar müziği sevse de; öğretmenliği sevemiyor.
Bunu bize hissettirmeye başlamışken, birden bir şekilde işler yolunda gidiyor ve eski bir öğrencisi sayesinde çok sevdiği Dorothea Williams’ın orkestrasında çalma şansı yakalıyor. Deneme faslı çok olumlu geçince, kendisine iş teklifi ediyorlar. Tabii bu durum annesinin hiç hoşuna gitmiyor ama kendisi havalara uçuyor.
Tam bu esnada kendisi deliler gibi sokakta gezerken, bir şeyler oluyor ve bir boşluğa düşüyor. Burada gittiği boşluktan “Sen seminerine hoş geldiniz” diye karşılanıyor. Fark ediliyor ki geldiği yer, bizim şuurumuzun bulunduğu ve karakterimizin yaratıldığı bir alan.
Burada kendisi eğitmen oluyor ve bir doktor olan Dr. Bergenson kimliği ile dolaşmaya başlıyor. Kendisine çok problemli olan 22 ( Edirne’ye selam ) veriliyor. Öğrencisini hayat amacına kavuşturmak isterken, olanlar oluyor.
Film Hakkında
Ben şahsen filmi çok çok beğendim. Filmde hayatın her anının aslında ne kadar değerli olduğunu görüyoruz. Örneğin gökyüzünü izlerken, pizza yerken, arkadaşlarla sohbet ederken, rüzgarda sağa sola yalpalarken. Her biri bizim için bir şükür sebebi.
Berberinin dediği “Ama kahvaltıda hayallerini yiyemezsin” cümlesi kadar realist, duygu ambulansının dile getirdiği “Bedenin neredeyse oraya konsantre ol” kadar an’ı yaşayan, sen seminerindeki kadar arayış dolu bir hayatımız olsun.
Genç bir balıkla ilgili bir hikâye vardır. Genç balık, yaşlı balığın yanına yüzüp demiş ki:
“Okyanus dedikleri şeyi bulmaya çalışıyorum.”
“Okyanus mu?” demiş yaşlı balık.
“Şu anda içinde yüzüyorsun.”
“Bu mu?” demiş genç balık. “Ama bu su. Benim istediğim şey, okyanus.”
Aslında hayat daima bir arayış. Bazen hayatı çok abartabiliyoruz. Bunu yapmadan, hayatı olduğu gibi kabul etmek gerek. Böylece hem daha az üzülmüş oluyoruz, hem de gereksiz yere arayışlarla ömür geçirmiyoruz.
Kendime…
Hayatım neler getirmişse, hepsini kabul ediyorum. Belki hepsini tam yaşayamadım, belki de yaşamayacağım. Ama bu can, bu vücutta oldukça şu cümleyi hiç bir zaman kendime kurdurtmayacağım; “Denemeye hiç cesaretim olmadı ki !”
Kaybede kaybede kendimi kazanmak pahasına, “içimde kalmasın” diyerek yaşayacağım. Belki üzüleceğim, belki ağlayacağım ama sonunda biliyorum ki hayallerimden güzel bir sabaha uyanacağım.
Bir yanıt yazın